Son yıllarda Ortadoğu’da jeopolitik dengelerin nasıl değiştiği üzerine pek çok makale ve analiz kaleme alındı. Özellikle İsrail'in kendisini bir bölgesel güç olarak tanımlaması ve bu yöndeki hamleleri, uluslararası ilişkiler uzmanları ve araştırmacılar arasında tartışmalara konu olmaktadır. Foreign Policy dergisi, İsrail’in bu iddialarını mercek altına alarak, tarihsel ve güncel dinamikler üzerinden derinlemesine bir analiz sunuyor. Peki, acaba İsrail gerçekten bölgesel bir güç olma potansiyeline sahip mi? Bu sorunun yanıtı, yalnızca ülkenin askeri gücüyle değil, aynı zamanda siyasi, ekonomik ve toplumsal faktörlerle de doğrudan bağlantılı.
İsrail, kuruluşundan bu yana askeri gücünü pekiştirme yolunda önemli adımlar atmıştır. Ülkenin askeri bütçesi, genellikle Avrupa ülkeleri ve diğer birçok bölgesel komşusuyla kıyaslandığında oldukça yüksektir. Ancak, askeri gücün herhangi bir ülkenin uluslararası etkisini tek başına belirlemediği gerçeği göz ardı edilmemelidir. Özellikle Ortadoğu'da birçok dinamik aktörün bulunduğu göz önüne alındığında, askeri üstünlük sağlamak tek başına yeterli değildir. İran, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkeler, sadece askeri güçleri ile değil, aynı zamanda bölgedeki nüfuzları ve stratejik ittifakları ile de öne çıkmaktadır. Bu durum, İsrail’in kendisini bir bölgesel güç olarak konumlandırma isteğini sorgulamaktadır. Bölgedeki bu rekabet ortamında, uluslararası ilişkilerin dinamikleri hızlı bir şekilde değişebilir; bu da İsrail'in stratejik planlarını etkileyen bir faktördür.
Bölgesel güç olma çabaları içinde olan bir ülkenin, imzaladığı anlaşmalar ve kurduğu ittifaklar büyük önem taşımaktadır. İsrail, son yıllarda Arap ülkeleri ile normalleşme adımları atarak, özellikle Abraham Anlaşmaları ile önemli diplomatik kazanımlar elde etmiştir. Ancak bu normalleşme süreci, her ne kadar olumlu bir adım olarak değerlendirilsede, bölgedeki diğer ülkelerin bakış açılarıyla çelişebilir. İran’ın bölgedeki etkisi ve özellikle Şii Hilali’nin varlığı, İsrail için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu bağlamda, İsrail'in diplomasi alışkanlıkları, yalnızca kendi ulusal güvenliğini değil, aynı zamanda bölgedeki güç dengelerini de etkilemektedir. Yine de, diplomatik başarılar yeterince istikrarlı bir yapıya dönüştürülemezse, bu başarıların kalıcılığı sorgulanabilir.
Özellikle ABD’nin Ortadoğu’daki politikaları ve desteği de dikkate alındığında, İsrail’in bölgesel stratejileri büyük ölçüde başka bir güce bağımlıdır. Bu noktada, eğer ABD’nin politikalarında bir değişiklik olursa, bu durum İsrail’in bölgesel güç olma hedeflerini olumsuz etkileyebilir. Bununla birlikte, bölgesel güç olma hedefleri daha derin sosyal ve kültürel meselelere dayanıyor. İsrail, iç çatışmalar, etnik gruplar arasındaki gerilimler ve sosyal adalet konularında büyük sorunlar yaşamaktadır. Tüm bu unsurlar, İsrail’in istikrarlı bir bölgesel güç olma yolundaki en büyük engeller arasında sayılabilir.
Sonuç itibarıyla, Foreign Policy’nin analizleri ışığında değerlendirildiğinde, İsrail’in bölgesel güç olma hedefinin oldukça karmaşık bir mesele olduğu ortaya çıkmaktadır. Ekonomik, askeri ve diplomatik faktörler, gelecekte Negev Çölü'nden Filistin topraklarına kadar uzanan bir etki alanı için gerekli olan unsurlar olsa da, bölgedeki diğer aktörlerin dinamiklerini göz ardı etmek imkânsız bir hâl alıyor. Dolayısıyla, bölgesel bir güç olabilmek için sadece askerî güce değil, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve diplomatik boyutlara da ihtiyacı vardır. Bu safhada şu aşikâr: İsrail’in bölgesel güç olma mücadelesi, geçmişten gelen sorunlar ve mevcut geopolitik dengeler ile doğrudan ilişkilidir ve bu durum, gelecekte farklı şekillerde tezahür edebilir.